I AMSTERDAM!
Uyarı: Yazı oldukça uzun, detaylı ve fotoğraflı olacaktır :)
25 Şubat 2015 Çarşamba Amsterdam 1. Gün:
Ve Amsterdam...25 Şubat 2015 Çarşamba günü saat 10.30'da Enschede'den yine Hengelo İstasyonundan trene bindim ve saat 13.00 civarında Amsterdam Central Station'daydım, hemen taksiye atlayıp, Amsterdam'da konaklayacağım otelin yolunu tuttum.
Ve Amsterdam...25 Şubat 2015 Çarşamba günü saat 10.30'da Enschede'den yine Hengelo İstasyonundan trene bindim ve saat 13.00 civarında Amsterdam Central Station'daydım, hemen taksiye atlayıp, Amsterdam'da konaklayacağım otelin yolunu tuttum.
Kaldığım otelin (iki gece konakladığım) adı Ibis Styles Amsterdam Amstel idi. Ben bu oteli internetten kendim buldum, çok pahalı olmamasına öte yandan da tek başıma seyahatte olduğumdan güvenli olmasına dikkat ederek, merkeze ve toplu taşıma araçlarına yakın olmasına dikkat ettim.
Seçimim çok doğru bir seçimmiş, gerçekten çok temiz, şehir merkezinde ve de o fiyata göre kaliteli bir oteldi :) Geceliği 69 Euro idi, oda-kahvaltı şeklindeydi. Saat 14.00'de otele giriş yaptım! Bu oteli seçerken, haritadan çevresinde neler olduğuna bakmıştım ve tabi ki benim kadar biraya, şaraba düşkün, alkolü seven bir insan otelin 600 mt ilerisinde Heineken Brewery - Heineken Experience olduğunu görünce nasıl sevindiğimi tahmin edersiniz heralde :) (Heineken Biralarının yapımını, tarihini nasıl şişelendiğini gösteren, ufak bir tur - Heineken Experience)
Ben bu iş ve mini tatile çıkmadan önce çok fazla gezi notu okumuştum gerek Amsterdam, gerekse Hollanda ile ilgili, okuduklarımdan birisi de eğer ki kuyruk beklemek istemiyorsanız biletlerinizi online almamız gerektiğiydi. Çarşamba sabahın köründe Enschede'den çıkmadan önce, otelde ben Heineken Experience biletimi satın almıştım bile. Turun fiyatı 17.50 Euro idi. Tura 2 adet bira ve bir minik hediye dahil :)
Biranın nasıl yapıldığını öğrendik. Oradaki bir kızcağız bütün gün kelime dahi değiştirmeyerek toplamda 4-5 dakika süresince, bira içindeki ana maddeleri sayıp, nasıl bira elde edildiğinden bahsediyordu.
Heineken Experience'da en eğlendiğim kısım ise: "It is time to brew you!" dedikleri kısımdı. (Şimdi sizi mayalama zamanı!!) Karanlık bir odaya girdik. Odaya 15-16 kişi aldılar, 4 basamaklı bir platform idi. Bütün basamaklarda ön kısmında tutunacak bir bar vardı. Orayı tutmamızı istediler. Önce ne yapacaklarını anlamadım ama sonradan anladım ki, bu bir bira mayalama simülatoru, arpa/buğday ekranda karşımızda kazandan düşerken, bize de düşme efekti verdiler altımızdaki platformla, yüksek sıcaklıkta içerikleri kavururlarken, tepemize kırmızı kırmızı spot ışıklarını tuttular ve en son bizler adeta bira şişeleri olarak paketlemeye gittik. Gerçekten şu an bir biranın hangi aşamalardan geçerek raflardaki yerini aldığını biliyorum :)
Uygulamalı eğitim her zaman en iyi eğitimdir! :) Çok çok eğlenceliydi :)
Tur sonunda bira yapıldıktan hemen sonra taze taze herkese tepside bira ikram ettiler. Sonra orda da bir kız soru sordu, o soruyu bir tek ben bildim diye benim önümde iki bira oldu! Ölecektim sevinçten :)
Sorduğu soru da şuydu:
What do you see, when you look at our beer? (Biramıza baktığınız zaman ne görüyorsunuz?)
Kimseden cevap çıkmayınca ben de aman ölüm yok ya diyerek cevap verdim:
- A bright golden color! (Parlak altın sarısı bir renk görüyorum! :))
Oooo şak şak şak alkışladı kız beni önüme ikinci birayı koydu. Sonra anlattı anlattı, ve hayda hepimiz şerefe diyeceğiz dedi ve Dutch (Hollandaca) dilinde şerefe ne demek diye sordu?
Kimse cevap veremedi, evet! Gene ben bildim :) Bence çok basitti sorunun cevabı:
Proust! diye cevapladım! :) Kız gene oooo şak şak alkışladı ama sanırım insanlar bana biraz sinir oldular hehe... Sonra kız üçüncü birayı vericekken "aaa zaten ikinciyi de sen aldın" diyerek vermekten vazgeçti :)
Amsterdam'a adım atıp, ilk saatten bu kadar eğlendiğime inanamıyordum, yalnız seyahatin çok zor olacağını ve sıkıcı olacağını düşünüyordum ama gerçekten çok eğlendim ve inanılmaz bir terapi oldu bana. Yalnız kalmaya/kafamı dağıtmaya gerçekten ihtiyacım varmış...
Buradan da çıktıktan sonra, tur sonunca ufacık bir barı var, orada bilekliklerimizde bulunan iki adet düğmeyi verip iki adet bira içebiliyorsunuz sonrasında da Giftshop'u var, ordan hatıra, hediye vs satın alabiliyorsunuz :) Ben erkek arkadaşıma üzerine adını işlettiğim kocaman bir bira bardağı aldım. Kendime ise bildiğimiz Klasik Heineken şişesinin altında adımın olduğu, bira dolu Heineken şişesini aldım :) Özel yapım! Tabi ki kıyıp içemiyorum, öyle duruyor :)
En son da artık girdiğimiz yere tekrar geri döndüğümde turun bittiğini anlamıştım. Çıkışta 25 ml'lik çok sevimli küçük boy Bira bardağı olan hediyemizi de alıp turu tamamladık! :)
En son da artık girdiğimiz yere tekrar geri döndüğümde turun bittiğini anlamıştım. Çıkışta 25 ml'lik çok sevimli küçük boy Bira bardağı olan hediyemizi de alıp turu tamamladık! :)
Çok mutluydum! Sırtımda çantam tabi ki bir kozmetik manyağı ne yapar? Amsterdam'da Lush olduğunu öğrenip hemen Lush'ın bulunduğu cadde olan Leidsestraat'a gittim. Aslında iki tane Lush var Amsterdam'da sanırım diğeri de Kalverstraat'ta. Neler aldım?
*Tea Tree Toner... Yazısını şurada yazdım: 250 gr olanından aldım.
*Dream Cream - Sevgili Pınar'ın blogunda övgü dolu yazısını okumuştum oradan aklıma geldi ve attım sepete :)
*9 to 5 Makyaj temizleyici süt.
Ve son olarak yapısını çok beğendiğim ve hali hazırda kullanmama rağmen, yedeklemek istediğim: *Jackie Oates colour supplement! :)
Taze maske de alacaktım ama buzdolabına konması gerektiğinden ve daha orada 2 gün daha duracağımdan, bozulur diye almaya cesaret edemedim. Ah be Lush neden gittin ki? :(
O hengamede ve aceleden Big Şampuan almayı unuttuğum için şu an kendime çok çok kızıyorum! :/ Neyse bunlara da şükür :)
Alışverişi yaptıktan sonra saatime baktım, saat 18.00 civarıydı artık hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Amsterdam inanılmaz ufak bir şehir sanırım 2 saatte baştan başa yürüyebilirsiniz ki ve sanırım heryer Dam Meydanı'na (de Dam - Dam Square) çıkıyor. Kendimi 18.30 civarı Dam Meydanı'nda buldum! Yine elimde haritam, daha önceden kafamda gitmeyi planladığım bir restorana gitmeye çalıştım ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve bulamadım! Meydana geri dönüp, üzerinde oldukça afili ışıkları olan Argentina Steakhouse yazan Mas Y May Restorana girdim!
Kocaman bir yemek ve yanında güzel bir kırmızı şarabın gideremeyeceği hiçbir yorgunluk olmadığını düşünüyorum. Beklentisiz bir şekilde spontan olarak girdiğim restorandan oldukça mutlu ve karnım doymuş bir şekilde ayrıldım :)
Artık o saatte çok yorulduğumdan taksiye atlayıp otele döndüm ve taksi şoforünün taviyesiyle otelin 3 mt ilerisinde sadece Hollandalıların uğradığı çok ufak ve kaliteli bir bar olduğunu söylediği Bar Hutspot'a girdim! :)
Gerçekten kalabalıktı saat 21.00 civarıydı ve insanlar iş çıkışı, stres atmak, sohbet etmek için içkilerini yudumluyorlardı. Ben de pencere önünde bir bar taburesine oturdum, gene bir kırmızı şarap söyledim. Yanımda iki kız oturuyordu, nereli olduğmu sordular. Buradaki insanların ya da Hollandalıların ne kadar sıcak kanlı, yardımsever ve güleryüzlü olduklarını anlatamam size.
Hani derler ya, "ıyyy sarışınlar soğuk olur, ıyyy sooğuk ülkenin soğuk insanları!" Yok öyle birşey, esas bizler gudubet insanlarız. Benim kendi ülkemde gördüğüm ise, ikiyüzlülük, çıkarcılık, yalancılık, riyakarlık, pislik, fitne,fesat, düşene bir tekme de sen vur, domuz gibi ol, yüzün gülmesin, cahil ol ama ukalalık yap...Aman neyse nefret ettim bir kez daha kendi yaşadığım yerden. Ve malesef burada yaşamaya da mecburum. Neyse bu can sıkıcı kısmı fazla uzatmak istemiyorum.
Kızlar benim Türk olduğumu öğrendiklerinde içlerinden bir tanesi kırık dökük Türkçe konuşmaya başlamaz mı? Ay sarılıp öpecektim o derece :) Meğer Türkiye'ye gelmiş iş için, 5 ay kalmış İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi'nde Türkçe kurslarına gitmiş :) Lizette'e sevgilerimi sunarım burdan :)
Saat 23.00 gibi ordan kalkıp iki adım ötedeki otelime döndüm ve o yorgunlukla ölü gibi uyudum!
26 Şubat 2015 Perşembe...Amsterdam İkinci Gün:
İkinci gün planım ise sabah çok erken bir saatte kalkıp, Anne Frank House'a gitmekti. O sabah 07.00de uyandım, giyindim, kahvaltıya indim! Güzel bir kahvaltı yaptım ve tramvayla Anne Frank House'un olduğu yer olan Prinsengracht'a gittim!
Saat 09.00'da açılan yere ben 08.50 civarında gittim ve o saatte önümde 10-15 kişi vardı kuyruk, neyse 09.05'te içerdeydim.
Amsterdam'da benim en çok etkilendiğim ve her katında, her duvarına baktığımda gözlerimin dolu dolduğu yer oldu Anne Frank House. Anne Frank, 2. Dünya Savaşı sırasında Amsterdam'da bu bizim dolaştığımız evde (müze haline getirilmiş) içerisine gizleme amaçlı girişi bir kitaplıkla kapatılmış bir bölmeden girilebilen evin bir bölümünde birkaç yıl saklanarak yaşamak zorunda kalan 8 kişilik Yahudi ailenin kızları. Ve yaşadıklarını günlüğüne yazmış. Allahım ne kadar acıydı. Fotoğraf çekmek, video çekmek yasaktı.
Şu sayfadan daha çok bilgi alabilirsiniz: www.annefrank.org
O gizli evin, her odasına her duvarına bakarken inanılmaz yüreğim burkuldu! Müzeye giriş 9 Euro bu arada. Amsterdam'da bende iz bırakan tek yer orası oldu diyebilirim.
Yukarıdaki fotoğrafta West Church kiliSesini görüyorsunuz. Amsterdam'daki en büyük kilise sanırım bu ve Rembrandt'ın mezarı da burada bulunuyor.
Saat 11.00 civarı müzeden çıktım ve o üzgün halimi dağıtmak, biraz neşelenmek için yine methini duyduğum, şehrin en iyi Pancake'lerinin yapıldığı "The Pancake Bakery'e gittim. Anne Frank House'dan çıkıp sağa dönün, iki tane köprü geçin (takribi 200 mt oluyor), Pancake Bakery sağda! :)
Saat 12.30'a doğru Pancake Bakery'den çıktım ve günün görmek istediğim ikinci yeri olan National Maritime Museum (Het Scheepvartmuseum) deniz müzesine gittim. Bu arada belirtmek isterim ki son üç güne ait harcamalar kendi cebimden olacağı için ben 48 saatlik bir I amsterdam City Card aldım. Bu kartla 48 saat boyunca bütün şehir içi tramvay, otobüs, metro ücretsiz. 20'den fazla müze ücretsiz, bir çok restoranda indirim var ve bir kanal gezisi ücretsiz! 48 saatlik bu kartın değeri ise 59 Euro idi. Zaten o kadar çok tramvaya bindim ki verdiğim parayı çıkartmış oldum! :)
Deniz müzesinde görmek istediğim esas VOC Ship vardı, onu gördüm, içine girdim gezdim. Perşembe günü öğlen vakti ciddi anlamda kalabalık ve malesef çoluk çocuk doluydu, çabuk çıktım oradan.
Daha sonra karnım acıktı ve yine ününü duyduğum ve Amsterdam'da birçok şubesi olan Burger Bar'ı bulmak için yola koyuldum. Burger Bar bizdeki Burger House eşdeğerinde bir restoran zinciri!
Bu arada şansıma Perşembe günü hava felaket kötüydü, sürekli yağmur yağdı allahtan yanımda şemsiyemi getirmiştim. :) Burger Bar'da kallavi bir burger yedim :) Lezizdi gerçekten.
Bu arada benim gittiğim Burger Bar şubesi Rembrandtplein'daydı.
Burger Bar'dan çıktıktan sonra anneme, kendime ve erkek arkadaşıma anahtarlık, hediyelik eşya almak için yürümeye başladım! Farkında olmadan çiçek pazarı yani Bluemenmarkt'a denk geldiğim için konserveler içinde satılan üçlü lale soğanlarından aldım :) Şu an mutfağımızda duruyorlar, ektik, inşallah tutarlar :)
Esasen benim derdim yine daha önceden biletini aldığım Rijksmuseum müzesini görmekti :) Saat 15.00'de Rijksmuseum sınırından girdim. Gerçekten devasa ve yıllara göre katları ayırmışlar. Ancak saat 17.00'de müzeden kapandığı için çıkmak zorunda kaldım. Ne yalan söyleyim aslında felaket de yorulmuştum. Rijksmuseum, Van Gogh müzesine ve benim kaldığım otele oldukça yakın Museumplein'da.
Daha sonra ordan çıktım ve tabi ki koskocaman I amsterdam harfleri önünde fotoğraf çektirdim! :) Çektirmeseydim olmazdı :) Gerçi kalabalıktı ama olsun :)
Bir tramvaya atlayıp otelin yolunu tuttum, ve aldıklarımı otele bıraktım! Neler aldım :) Şimdi onları gösterelim.
Amsterdam'da bizim Gratis gibi drugstore'lardan etos mağazaları var! Adım başı bulunabiliyor. Bunun yanı sıra bir tane de DA mağazası buldum gene etos benzeri ama etosları daha çok sevdim ben.
Neler aldım?
Maybelline'in nedense artık ülkemizde satmaktan vazgeçtiği ve benim de yazısını şurada yazdığım
*Maybelline Dream Lumi Touch aydınlatıcı/kapatıcı - 01 Ivory rengi (2 tane)
*Essie - Bikini So Teeny oje (9.90 Euro)
*Essie - Apricot tırnak bakım yağı (12.90 Euro)
*Vaseline - dudak balmı - rosy lips - (2.90 Euro)
*Rimmel London - Kate serisi kalem farlardan ülkemizde olmayan çok güzel bir mor rengi - Amethyst
*Rimmel London - Scandal Eyes serisi kalem farlardan ülkemizde olmayan güzel bir bronz/kahve rengi
Anahtarlıklar, lale soğanları! :)
Otele gelip üstümü başımı çıkarıp, etrafı biraz topladıktan sonra saat 18.30'a doğru tekrar otelden çıkıp Dam meydanına hem yemek hem de biraz daha alışveriş için gittim! Perşembe günleri Amsterdam'da daha doğrusu Hollanda'da alışveriş günüymüş normalde 18.30'da kapatan mağazalar 21.00'a kadar açıktı :) Dam meydanı'nda iner inmez kendimi De Bijenkorf alışveriş merkezine attım, burası kocaman bir department store! İçerisinde taxfree alışveriş yapabiliyorsunuz. Buradan ne mi aldım? :)
Çok çok beğendiğim Daniel Wellington saatlerden aldım! Bir de taxfree form doldurdum, 50 Euro üzerinde yapılan alışverişlerin %10'u geri veriliyor.
Benim aldığım model Daniel Wellington - Classic York Lady. Fiyatı 159 Euro. Çok sade, çok şık gerçekten. Genel tarzı itibariyle bu saatleri çok sevdim, çok zarif gerçekten. Deri kayışın renginden sıkıldığınız takdirde internet üzerinden sanırım 40 Euro civarına yeni kayış satın alabiliyorsunuz!
Bu alışverişi yapıp mutlu mutlu yemek yemek için yeni bir yer aradım. Çünkü bir önceki akşam Mas Y Mas restoranda yemiştim, bu akşam için de oldukça övgüler alan gene aynı sokağın sonunda Cafe Bern isimli yeri bulmaya çalıştım.Allahım kime sorsam git daha git diyordu, en sonunda öyle bir yere geldim ki ıssızlaştı etraf. Dedim ben geri döneyim, Cafe Bern derken b.k yoluna gitmeyelim. Neyse geri dönerken eeeh diyerek ufak bir hediyelik eşya dükkanına girdim ve Cafe Bern'i son bir kere sordum meğersem yan tarafmış!
Öyle dışarıdan kolay seçilemeyen, merdivenlerle aşağıya doğru indiğiniz bir yer. İçeri girdim, allahım nasıl kötü bir yemek kokusu var anlatamam. Gerisin geri çıktım ordan paşa paşa bir önceki akşam yemek yediğim yere geri döndüm! Gözünü sevdiğim Mas Y Mas Restaurant! Sonra orda görevli bir adam bana yaklaştı Türk müsün dedi? Arkadaşlar o an anladım ki: heryerdeyiz!
Restaoran'ın şefi 35 yıldır Amsterdam'da yaşıyormuş, Diyarbakırlıymış. "Geri dönmeyi düşünüyor musunuz?" dedim, yok hayır asla dedi! Adam haklı!, ne denir ki insan gibi gayet medeni bir şekilde yaşıyor orada...
Bu arada bu restoranın etlerini çok çok sevdim arkadaşlar, tavsiye ediyorum. Fiyatlar da menülere göre oldukça uygun! Temiz bir yer, servisi de iyi. Mas Y Mas Argentina Steakhouse, eğer Amsterdam'a yolunuz düşerse aklınızda bulunsun! :)
Daha sonra orda oldukça uzun bir süre oturup, yemeğimi yiyip dinlendikten sonra saar 22.00 civarı çıkıp tramvaya yürüdüm, meğer bakım çalışması varmış! Mecbur taksiyle otele geri döndüm. Ve ertesi gün son günüm olduğu için biraz bavul toplayıp direk yatağa girdim!
27 Şubat 2015 Cuma...Amsterdam Üçüncü ve Son Gün:
Sabah çok erken bir saatte uyanıp bavulumu topladım, zira otel odasını saat 11.00 gibi boşaltmam gerekiyordu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra napıcağıma karar vermem gerekiyordu ve I amsterdam kartımla bir tane bedava kanal gezisi hakkım vardı, sabah vakit kaybetmeden ilk tur için hemen turu düzenleyen firmanın olduğu yere gittim. Oraya giderken de sabahın 08.40'ında çok sakin olan Rijksmuseum önündeki "I amsterdam" yazısını çekip, kendim de önünde fotoğraf çektirdim! :) Sabahın saat 09.15'inde öylesine huzurluydu ki Amsterdam, herkes işinde gücünde, işe gitmeyenler sokaklarda koşuyor, yürüyor ve bisiklete biniyorlar. Allah'ım çok huzurluydu gerçekten!
Daha sonra saat 09.30 gibi turun düzenleyen firmayı buldum.İsmi Blue Boat Company! İlk tur saat 10.00'da başlayacağı için hemen yanındaki bir Cafe'de tur saatini bekleyip bir kahve içtim.
Saat 10.00'da kanal gezimiz başladı. Herkese kulaklık verdiler ve birçok dilde kanalları gezerken şehrin mimarisini ve tarihini anlatan bir "audio" ses dokümanı dinledik!
Gerçekten çok güzeldi, iki günde gezdiğim bazı yerleri tekrar bir de kanalların içinden görmüş oldum.
Saat 11.15'de tur motoru başladığı noktaya döndü ve ben de koşarak aileme ve erkek arkadaşıma hediyeler almak ve son bir alışveriş çılgınlığına boğulmak için tekrar Dam Meydanı'na gittim. Kendime, anneme ve kardeşime çok güzel t-shirtler aldım! Kendime bir tane bere aldım Amsterdam yazan :) Ve tekrar De Bijenkorf alışveriş merkezine girdim.
Ciate ojeler burada İstanbul Sephora'da 42 TL'ye satılırken, Cuma gününe özel olarak tanesi 2.5 Euro'ya inince 4 tane birden aldım!
Clarins'in yeni çıkan dudak balmlarından aldım, rengi 05 red, en pigmentlisi buydu, dudakta çok güzel canlı bir kırmızı renk bırakıyor ve yumuşatıyor dudakları. (17.5 Euro idi fiyatı)
Artık cüzdanımın haline acıyarak otele geri dönüp bavulu alıp havalimanının yolunu tutmam gerekiyordu, zira daha aldığım saat için doldurduğum tax free formun işlemlerini yapacaktım :/
Saat 14.50'de Amsterdam Schiphol Havalimanı'na vardım. İşlemlerimi halledip, devasa valizimi verince, bir tek sırt çantam ve el çantam kaldı ben de rahatça duty free içinde dolaşmaya başladım. Bir kozmetik bloggerı için oldukça tehlikeli bir yer. Oradan da ne aldım hemen yazalım:
YSL'nin yeni çıkardığı YSL -Volupte Tint in Oil - 05 Cherry rengi. Bu ürün oldukça yeni bir ürün, ülkemize geldi mi bilmiyorum. 21 Euro civarında idi sanırım fiyatı. Rengine bayıldım!!!
L'occitane klasik shea el kremi indirimdeydi, küçük boy (30 ml) kaptım bir tane: 6 Euro idi. Ve son olarak Duty free içerisinde bir de MAC kiosku vardı! Ordan da Satin Taupe tekli far aldım :) Tekli farların fiyatı 14.50 Euro idi. (Türkiye fiyatından 15 TL daha ucuza geldi)
Daha sonra da fazla abartmamak adına, ve uçağın kalkış saatini beklemek için birşeyler yiyip içip, saat 18.25 İstanbul uçağıyla istemeyerek de olsa İstanbul'a geri döndüm.
İstanbul Atatürk Havalimanı duty free'sinden eve bir kutu çikolata ve bir de Lancome - Hypnose Drama rimel aldım! Ama onun fotoğrafını çekmeyi unutmuşum....
Sözün özü: Hollanda'ya çok kötü bir zamanımda gitmiştim, mental olarak çok kötüydüm ve her şeyden aşırı derecede bunalmıştım. 3 gün konferans, 3 gün gezi ve o 1 hafta orda yalnız başıma olmak, bana o kadar iyi geldi ki! Resmen terapi oldu....Hollanda'yı çok sevdim ben, insanlarını çok sevdim, medeni olmalarını sevdim, yardımseverliklerini ve güleryüzlerini sevdim.
Kafam boşaldı, o 1 hafta boyunca kafamın içerisinden bir tane kötü bir düşünce geçmedi. İstanbul'u sevmiyorum, doğduğum, büyüdüğüm bu şehri hiç ama hiç sevmiyorum. Yurtdışına çıktıkça, başka şehirler gezdikçe de her defasında "İstanbul'da yaşanmaz!" cümlesi kuruyorum.
Neyse daha fazla bu konu hakkında konuşup sinirimi bozmayım, aklımda güzel hatıraların kaldığı ve huzur bulduğum bir seyahat oldu. Bıkmadan okuduysanız, buraya kadar geldiyseniz çok çok teşekkür ederim :)
Yazarken, hazırlarken yoruldum, o kadar söyleyim! :)
Eğer aldıklarım ile ilgili "yazısını bir an önce yaz!" dediğiniz bir ürün varsa bana yazın, hemen yorumlayım :) Ya da Amsterdam veya Enschede veya Hollanda ile ilgili sorularınız varsa, seyahat planınız varsa, aklınıza sorular takıldıysa ben burada olacağım!
Mutlu bir Cuma günü dilerim herkese :)
Sevgilerimle...
*Dream Cream - Sevgili Pınar'ın blogunda övgü dolu yazısını okumuştum oradan aklıma geldi ve attım sepete :)
*9 to 5 Makyaj temizleyici süt.
Ve son olarak yapısını çok beğendiğim ve hali hazırda kullanmama rağmen, yedeklemek istediğim: *Jackie Oates colour supplement! :)
Taze maske de alacaktım ama buzdolabına konması gerektiğinden ve daha orada 2 gün daha duracağımdan, bozulur diye almaya cesaret edemedim. Ah be Lush neden gittin ki? :(
O hengamede ve aceleden Big Şampuan almayı unuttuğum için şu an kendime çok çok kızıyorum! :/ Neyse bunlara da şükür :)
Alışverişi yaptıktan sonra saatime baktım, saat 18.00 civarıydı artık hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Amsterdam inanılmaz ufak bir şehir sanırım 2 saatte baştan başa yürüyebilirsiniz ki ve sanırım heryer Dam Meydanı'na (de Dam - Dam Square) çıkıyor. Kendimi 18.30 civarı Dam Meydanı'nda buldum! Yine elimde haritam, daha önceden kafamda gitmeyi planladığım bir restorana gitmeye çalıştım ama evdeki hesap çarşıya uymadı ve bulamadım! Meydana geri dönüp, üzerinde oldukça afili ışıkları olan Argentina Steakhouse yazan Mas Y May Restorana girdim!
Kocaman bir yemek ve yanında güzel bir kırmızı şarabın gideremeyeceği hiçbir yorgunluk olmadığını düşünüyorum. Beklentisiz bir şekilde spontan olarak girdiğim restorandan oldukça mutlu ve karnım doymuş bir şekilde ayrıldım :)
Artık o saatte çok yorulduğumdan taksiye atlayıp otele döndüm ve taksi şoforünün taviyesiyle otelin 3 mt ilerisinde sadece Hollandalıların uğradığı çok ufak ve kaliteli bir bar olduğunu söylediği Bar Hutspot'a girdim! :)
Gerçekten kalabalıktı saat 21.00 civarıydı ve insanlar iş çıkışı, stres atmak, sohbet etmek için içkilerini yudumluyorlardı. Ben de pencere önünde bir bar taburesine oturdum, gene bir kırmızı şarap söyledim. Yanımda iki kız oturuyordu, nereli olduğmu sordular. Buradaki insanların ya da Hollandalıların ne kadar sıcak kanlı, yardımsever ve güleryüzlü olduklarını anlatamam size.
Hani derler ya, "ıyyy sarışınlar soğuk olur, ıyyy sooğuk ülkenin soğuk insanları!" Yok öyle birşey, esas bizler gudubet insanlarız. Benim kendi ülkemde gördüğüm ise, ikiyüzlülük, çıkarcılık, yalancılık, riyakarlık, pislik, fitne,fesat, düşene bir tekme de sen vur, domuz gibi ol, yüzün gülmesin, cahil ol ama ukalalık yap...Aman neyse nefret ettim bir kez daha kendi yaşadığım yerden. Ve malesef burada yaşamaya da mecburum. Neyse bu can sıkıcı kısmı fazla uzatmak istemiyorum.
Kızlar benim Türk olduğumu öğrendiklerinde içlerinden bir tanesi kırık dökük Türkçe konuşmaya başlamaz mı? Ay sarılıp öpecektim o derece :) Meğer Türkiye'ye gelmiş iş için, 5 ay kalmış İstanbul'da Boğaziçi Üniversitesi'nde Türkçe kurslarına gitmiş :) Lizette'e sevgilerimi sunarım burdan :)
Saat 23.00 gibi ordan kalkıp iki adım ötedeki otelime döndüm ve o yorgunlukla ölü gibi uyudum!
26 Şubat 2015 Perşembe...Amsterdam İkinci Gün:
İkinci gün planım ise sabah çok erken bir saatte kalkıp, Anne Frank House'a gitmekti. O sabah 07.00de uyandım, giyindim, kahvaltıya indim! Güzel bir kahvaltı yaptım ve tramvayla Anne Frank House'un olduğu yer olan Prinsengracht'a gittim!
West Church |
Anne Frank House için bekleyen insanlar |
Kesinlikle erken gelinmeli, kuyruğa bakar mısınız? |
Amsterdam'da benim en çok etkilendiğim ve her katında, her duvarına baktığımda gözlerimin dolu dolduğu yer oldu Anne Frank House. Anne Frank, 2. Dünya Savaşı sırasında Amsterdam'da bu bizim dolaştığımız evde (müze haline getirilmiş) içerisine gizleme amaçlı girişi bir kitaplıkla kapatılmış bir bölmeden girilebilen evin bir bölümünde birkaç yıl saklanarak yaşamak zorunda kalan 8 kişilik Yahudi ailenin kızları. Ve yaşadıklarını günlüğüne yazmış. Allahım ne kadar acıydı. Fotoğraf çekmek, video çekmek yasaktı.
Şu sayfadan daha çok bilgi alabilirsiniz: www.annefrank.org
O gizli evin, her odasına her duvarına bakarken inanılmaz yüreğim burkuldu! Müzeye giriş 9 Euro bu arada. Amsterdam'da bende iz bırakan tek yer orası oldu diyebilirim.
Yukarıdaki fotoğrafta West Church kiliSesini görüyorsunuz. Amsterdam'daki en büyük kilise sanırım bu ve Rembrandt'ın mezarı da burada bulunuyor.
Saat 11.00 civarı müzeden çıktım ve o üzgün halimi dağıtmak, biraz neşelenmek için yine methini duyduğum, şehrin en iyi Pancake'lerinin yapıldığı "The Pancake Bakery'e gittim. Anne Frank House'dan çıkıp sağa dönün, iki tane köprü geçin (takribi 200 mt oluyor), Pancake Bakery sağda! :)
Saat 12.30'a doğru Pancake Bakery'den çıktım ve günün görmek istediğim ikinci yeri olan National Maritime Museum (Het Scheepvartmuseum) deniz müzesine gittim. Bu arada belirtmek isterim ki son üç güne ait harcamalar kendi cebimden olacağı için ben 48 saatlik bir I amsterdam City Card aldım. Bu kartla 48 saat boyunca bütün şehir içi tramvay, otobüs, metro ücretsiz. 20'den fazla müze ücretsiz, bir çok restoranda indirim var ve bir kanal gezisi ücretsiz! 48 saatlik bu kartın değeri ise 59 Euro idi. Zaten o kadar çok tramvaya bindim ki verdiğim parayı çıkartmış oldum! :)
Deniz müzesinde görmek istediğim esas VOC Ship vardı, onu gördüm, içine girdim gezdim. Perşembe günü öğlen vakti ciddi anlamda kalabalık ve malesef çoluk çocuk doluydu, çabuk çıktım oradan.
Daha sonra karnım acıktı ve yine ününü duyduğum ve Amsterdam'da birçok şubesi olan Burger Bar'ı bulmak için yola koyuldum. Burger Bar bizdeki Burger House eşdeğerinde bir restoran zinciri!
Bu arada şansıma Perşembe günü hava felaket kötüydü, sürekli yağmur yağdı allahtan yanımda şemsiyemi getirmiştim. :) Burger Bar'da kallavi bir burger yedim :) Lezizdi gerçekten.
Bu arada benim gittiğim Burger Bar şubesi Rembrandtplein'daydı.
Burger Bar'dan çıktıktan sonra anneme, kendime ve erkek arkadaşıma anahtarlık, hediyelik eşya almak için yürümeye başladım! Farkında olmadan çiçek pazarı yani Bluemenmarkt'a denk geldiğim için konserveler içinde satılan üçlü lale soğanlarından aldım :) Şu an mutfağımızda duruyorlar, ektik, inşallah tutarlar :)
Esasen benim derdim yine daha önceden biletini aldığım Rijksmuseum müzesini görmekti :) Saat 15.00'de Rijksmuseum sınırından girdim. Gerçekten devasa ve yıllara göre katları ayırmışlar. Ancak saat 17.00'de müzeden kapandığı için çıkmak zorunda kaldım. Ne yalan söyleyim aslında felaket de yorulmuştum. Rijksmuseum, Van Gogh müzesine ve benim kaldığım otele oldukça yakın Museumplein'da.
Rijksmuseum |
Rijksmuseum |
Bir tramvaya atlayıp otelin yolunu tuttum, ve aldıklarımı otele bıraktım! Neler aldım :) Şimdi onları gösterelim.
Amsterdam'da bizim Gratis gibi drugstore'lardan etos mağazaları var! Adım başı bulunabiliyor. Bunun yanı sıra bir tane de DA mağazası buldum gene etos benzeri ama etosları daha çok sevdim ben.
Neler aldım?
Maybelline'in nedense artık ülkemizde satmaktan vazgeçtiği ve benim de yazısını şurada yazdığım
*Maybelline Dream Lumi Touch aydınlatıcı/kapatıcı - 01 Ivory rengi (2 tane)
*Essie - Bikini So Teeny oje (9.90 Euro)
*Essie - Apricot tırnak bakım yağı (12.90 Euro)
*Vaseline - dudak balmı - rosy lips - (2.90 Euro)
*Rimmel London - Kate serisi kalem farlardan ülkemizde olmayan çok güzel bir mor rengi - Amethyst
*Rimmel London - Scandal Eyes serisi kalem farlardan ülkemizde olmayan güzel bir bronz/kahve rengi
Anahtarlıklar, lale soğanları! :)
Otele gelip üstümü başımı çıkarıp, etrafı biraz topladıktan sonra saat 18.30'a doğru tekrar otelden çıkıp Dam meydanına hem yemek hem de biraz daha alışveriş için gittim! Perşembe günleri Amsterdam'da daha doğrusu Hollanda'da alışveriş günüymüş normalde 18.30'da kapatan mağazalar 21.00'a kadar açıktı :) Dam meydanı'nda iner inmez kendimi De Bijenkorf alışveriş merkezine attım, burası kocaman bir department store! İçerisinde taxfree alışveriş yapabiliyorsunuz. Buradan ne mi aldım? :)
Çok çok beğendiğim Daniel Wellington saatlerden aldım! Bir de taxfree form doldurdum, 50 Euro üzerinde yapılan alışverişlerin %10'u geri veriliyor.
Benim aldığım model Daniel Wellington - Classic York Lady. Fiyatı 159 Euro. Çok sade, çok şık gerçekten. Genel tarzı itibariyle bu saatleri çok sevdim, çok zarif gerçekten. Deri kayışın renginden sıkıldığınız takdirde internet üzerinden sanırım 40 Euro civarına yeni kayış satın alabiliyorsunuz!
Bu alışverişi yapıp mutlu mutlu yemek yemek için yeni bir yer aradım. Çünkü bir önceki akşam Mas Y Mas restoranda yemiştim, bu akşam için de oldukça övgüler alan gene aynı sokağın sonunda Cafe Bern isimli yeri bulmaya çalıştım.Allahım kime sorsam git daha git diyordu, en sonunda öyle bir yere geldim ki ıssızlaştı etraf. Dedim ben geri döneyim, Cafe Bern derken b.k yoluna gitmeyelim. Neyse geri dönerken eeeh diyerek ufak bir hediyelik eşya dükkanına girdim ve Cafe Bern'i son bir kere sordum meğersem yan tarafmış!
Öyle dışarıdan kolay seçilemeyen, merdivenlerle aşağıya doğru indiğiniz bir yer. İçeri girdim, allahım nasıl kötü bir yemek kokusu var anlatamam. Gerisin geri çıktım ordan paşa paşa bir önceki akşam yemek yediğim yere geri döndüm! Gözünü sevdiğim Mas Y Mas Restaurant! Sonra orda görevli bir adam bana yaklaştı Türk müsün dedi? Arkadaşlar o an anladım ki: heryerdeyiz!
Restaoran'ın şefi 35 yıldır Amsterdam'da yaşıyormuş, Diyarbakırlıymış. "Geri dönmeyi düşünüyor musunuz?" dedim, yok hayır asla dedi! Adam haklı!, ne denir ki insan gibi gayet medeni bir şekilde yaşıyor orada...
Bu arada bu restoranın etlerini çok çok sevdim arkadaşlar, tavsiye ediyorum. Fiyatlar da menülere göre oldukça uygun! Temiz bir yer, servisi de iyi. Mas Y Mas Argentina Steakhouse, eğer Amsterdam'a yolunuz düşerse aklınızda bulunsun! :)
Daha sonra orda oldukça uzun bir süre oturup, yemeğimi yiyip dinlendikten sonra saar 22.00 civarı çıkıp tramvaya yürüdüm, meğer bakım çalışması varmış! Mecbur taksiyle otele geri döndüm. Ve ertesi gün son günüm olduğu için biraz bavul toplayıp direk yatağa girdim!
27 Şubat 2015 Cuma...Amsterdam Üçüncü ve Son Gün:
Sabah çok erken bir saatte uyanıp bavulumu topladım, zira otel odasını saat 11.00 gibi boşaltmam gerekiyordu. Kahvaltıyı yaptıktan sonra napıcağıma karar vermem gerekiyordu ve I amsterdam kartımla bir tane bedava kanal gezisi hakkım vardı, sabah vakit kaybetmeden ilk tur için hemen turu düzenleyen firmanın olduğu yere gittim. Oraya giderken de sabahın 08.40'ında çok sakin olan Rijksmuseum önündeki "I amsterdam" yazısını çekip, kendim de önünde fotoğraf çektirdim! :) Sabahın saat 09.15'inde öylesine huzurluydu ki Amsterdam, herkes işinde gücünde, işe gitmeyenler sokaklarda koşuyor, yürüyor ve bisiklete biniyorlar. Allah'ım çok huzurluydu gerçekten!
Daha sonra saat 09.30 gibi turun düzenleyen firmayı buldum.İsmi Blue Boat Company! İlk tur saat 10.00'da başlayacağı için hemen yanındaki bir Cafe'de tur saatini bekleyip bir kahve içtim.
Saat 10.00'da kanal gezimiz başladı. Herkese kulaklık verdiler ve birçok dilde kanalları gezerken şehrin mimarisini ve tarihini anlatan bir "audio" ses dokümanı dinledik!
Gerçekten çok güzeldi, iki günde gezdiğim bazı yerleri tekrar bir de kanalların içinden görmüş oldum.
Archangel |
Dam Meydanı |
Dam Meydanı |
Madame Tussaud Müzesi |
Clarins'in yeni çıkan dudak balmlarından aldım, rengi 05 red, en pigmentlisi buydu, dudakta çok güzel canlı bir kırmızı renk bırakıyor ve yumuşatıyor dudakları. (17.5 Euro idi fiyatı)
Artık cüzdanımın haline acıyarak otele geri dönüp bavulu alıp havalimanının yolunu tutmam gerekiyordu, zira daha aldığım saat için doldurduğum tax free formun işlemlerini yapacaktım :/
Saat 14.50'de Amsterdam Schiphol Havalimanı'na vardım. İşlemlerimi halledip, devasa valizimi verince, bir tek sırt çantam ve el çantam kaldı ben de rahatça duty free içinde dolaşmaya başladım. Bir kozmetik bloggerı için oldukça tehlikeli bir yer. Oradan da ne aldım hemen yazalım:
YSL'nin yeni çıkardığı YSL -Volupte Tint in Oil - 05 Cherry rengi. Bu ürün oldukça yeni bir ürün, ülkemize geldi mi bilmiyorum. 21 Euro civarında idi sanırım fiyatı. Rengine bayıldım!!!
L'occitane klasik shea el kremi indirimdeydi, küçük boy (30 ml) kaptım bir tane: 6 Euro idi. Ve son olarak Duty free içerisinde bir de MAC kiosku vardı! Ordan da Satin Taupe tekli far aldım :) Tekli farların fiyatı 14.50 Euro idi. (Türkiye fiyatından 15 TL daha ucuza geldi)
Daha sonra da fazla abartmamak adına, ve uçağın kalkış saatini beklemek için birşeyler yiyip içip, saat 18.25 İstanbul uçağıyla istemeyerek de olsa İstanbul'a geri döndüm.
İstanbul Atatürk Havalimanı duty free'sinden eve bir kutu çikolata ve bir de Lancome - Hypnose Drama rimel aldım! Ama onun fotoğrafını çekmeyi unutmuşum....
Sözün özü: Hollanda'ya çok kötü bir zamanımda gitmiştim, mental olarak çok kötüydüm ve her şeyden aşırı derecede bunalmıştım. 3 gün konferans, 3 gün gezi ve o 1 hafta orda yalnız başıma olmak, bana o kadar iyi geldi ki! Resmen terapi oldu....Hollanda'yı çok sevdim ben, insanlarını çok sevdim, medeni olmalarını sevdim, yardımseverliklerini ve güleryüzlerini sevdim.
Kafam boşaldı, o 1 hafta boyunca kafamın içerisinden bir tane kötü bir düşünce geçmedi. İstanbul'u sevmiyorum, doğduğum, büyüdüğüm bu şehri hiç ama hiç sevmiyorum. Yurtdışına çıktıkça, başka şehirler gezdikçe de her defasında "İstanbul'da yaşanmaz!" cümlesi kuruyorum.
Neyse daha fazla bu konu hakkında konuşup sinirimi bozmayım, aklımda güzel hatıraların kaldığı ve huzur bulduğum bir seyahat oldu. Bıkmadan okuduysanız, buraya kadar geldiyseniz çok çok teşekkür ederim :)
Yazarken, hazırlarken yoruldum, o kadar söyleyim! :)
Eğer aldıklarım ile ilgili "yazısını bir an önce yaz!" dediğiniz bir ürün varsa bana yazın, hemen yorumlayım :) Ya da Amsterdam veya Enschede veya Hollanda ile ilgili sorularınız varsa, seyahat planınız varsa, aklınıza sorular takıldıysa ben burada olacağım!
Mutlu bir Cuma günü dilerim herkese :)
Sevgilerimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder